Avrupa'da Gotik, Rönesans ve Barok Mimarileri
Avrupa’da Gotik, Rönesans ve Barok mimarileri farklı ortamlarda doğup gelişmiş, mimari
biçimlenmeleri de farklı olmuştur.
Gotik mimarinin doğduğu Ortaçağ, ruhani-uhrevi yetkinliğe ve öbür dünyadaki kurtuluşa, Rönesans’ın
doğduğu Yeniçağ ise, dünyevi yetkinliğe ve bu dünyadaki kurtuluşa önem veriyordu. Bunun anlamı,
insanın öbür dünya nimetlerinden vazgeçmesi ve bu dünyanın nimetlerine önem vermesi oluyordu.
Ortaçağ dogmalarının yerini Yeniçağ’da bilgi, dünyevi güzellik, kişisel başarı, mal ve mülk alıyordu.
Barok’ta ise, Rönesans akılcılığı (rasyonalizm), yerini duygulara ve sübjektivizme bırakıyordu. Bu
farklılıklar mimaride, özellikle çatı ve cephe düzenlerinin farklılaşması ile somutluk kazanıyordu.
Gotik’in adeta sonsuzluğa ve Tanrı’ya yükselir gibi inşa edilmek istenen dikey ve ufki sistemli
bazilikal yapısı, Rönesans’ta merkezi sistemli yapıya ve cephede yatay hatlara dönüşüyordu. Barok’ta
ise, Rönesans’ın sakin figürü hareketleniyor, organik ve esnek formlar ile sessizlik gürültüye
dönüşüyordu.
Gotik Mimari
Fransa’dan Avrupa’ya yayılan, 12. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar süren ve temel özelliği dikey hatlar olan mimari üsluptur. Gotik yapılar, Tanrı’ya ulaşmak için yapılmış ve en özgün ürünler dini mimaride verilmiştir. Bu dönemde insan eyleminin odağı dinsel yaşam olduğu için, en ileri mimari tasarım ve teknolojiye sahip olan yapılar kilise tarafından yaptırılmıştır. Avrupa mimarlığında önemli yer tutan ve genellikle yapımları yıllarca süren çok sayıda katedraller inşa edilmiştir. Gotik’in en önemli katedrallerinden biri, Paris’teki Notre Dame Katedrali’dir.
Gotik Mimari
Fransa’dan Avrupa’ya yayılan, 12. yüzyıldan 16. yüzyıla kadar süren ve temel özelliği dikey hatlar olan mimari üsluptur. Gotik yapılar, Tanrı’ya ulaşmak için yapılmış ve en özgün ürünler dini mimaride verilmiştir. Bu dönemde insan eyleminin odağı dinsel yaşam olduğu için, en ileri mimari tasarım ve teknolojiye sahip olan yapılar kilise tarafından yaptırılmıştır. Avrupa mimarlığında önemli yer tutan ve genellikle yapımları yıllarca süren çok sayıda katedraller inşa edilmiştir. Gotik’in en önemli katedrallerinden biri, Paris’teki Notre Dame Katedrali’dir.
Gotik mimari çatı ve cephe sistemleri açısından üç yenilik getirmiştir:
• Kaburgalı tonoz,
• Dayanma ayakları (kontrforlar),
• Dayanma kemerleri (payanda kemerleri).
Kaburgalı tonoz, haç tonoza kaburgaların eklenmesi ile elde edilmiştir. Tonozun yapımında,
kaburgalar inşa edildikten sonra araları doldurulmaktadır. Dayanma ayakları ve dayanma
kemerlerinden oluşan sisteme “dayanma sistemi” denmektedir. Bu sistem, Gotik mimarlığın düşeyde
gelişimini sağlamış ve yük aktarma prensibi ile büyük pencereler açmaya olanak tanımıştır. Böylece
Gotik yapıcılar taş yapıyı hafifleterek, taşın doğal nitelikleriyle adeta ters düşen üsluplar
yaratmışlardır. Gotik yapılar, göğe yükselen hatları
ile çok dinamik ve canlı bir yapı sergilemektedir. Göğe yükselme, Ortaçağ insanının her katedrali bir
öncekinden daha yüksek ve daha görkemli inşa etmesi çabasıyla artmıştır.
Özetle, Gotik dönemde dünyevi yaşamın temel ilgisi, göksel yaşamı teminat altına almaktır. İtalyan
hümanistlerince “barbar” olarak değerlendirilen Gotik üslup, skolastik düşüncenin egemen olduğu bu
ortamda, ama çağı biçimlendiren bazı adımlardan da büyük ölçüde yararlanarak gelişmiştir.
Dolayısıyla, hem kentsel kibirin hem de içten dindarlığın ifadesi olarak ortaya çıkan büyük kent
katedralleri, en araştırıcı mimari denemelerin yapıldığı yapılar olmuştur. Bu nedenle belediye sarayları
ve özel konutların mimarisi de katedraller için geliştirilen formlardan türetilmiş ve sonuçta ortaya
göğe doğru yükselen düşey çizgilere vurgu yapan organik bütünlüğe sahip kentsel bir mimari form
çıkmıştır. Bu fomda da en büyük rolü, mevcut koşulların etkisi ile sivrilmiş ve süse boğulmuş olan çatı
ve cephe elemanları üstlenmiştir.
Rönesans Mimarisi
İtalya’da Floransa 14. yüzyılda Gotik mimariye karşı bir hareket başlatmış, 1500 yıllarından itibaren
Roma, bu yeni anlayışı en yüksek düzeyine çıkarmıştır. İtalyanların Roma mimarisini temel aldığı bu
yeni mimari üslup, Rönesans mimarisidir. Rönesans (Uyanış Çağı), klasik kültür ve sanata duyulan
ilginin yeniden doğuşudur. Bu evrimleşme insan
eylemlerinin din dışı alanlara kayması sonucunu yaratmış ve Kilise’nin etkinliğinin azalmasına neden
olmuştur. Önceden tümüyle Kilise’ye bağımlı olan sanat, yüksek burjuvazinin ve sanat
koruyucularının elinde gelişmeye başlamıştır.
Bu çağ, geçmişin ve insan saygınlığının, sanatçı kişiselliğinin de yeniden bulunduğu dönemdir.
Böylece, Rönesans hümanizmi insanı Ortaçağ’ın boyunduruğundan kurtarmış, insanın saygınlığı
düşüncesi bireyi dünyanın merkezi durumuna getirmiştir. Ortaçağ’da eserlerinin
altına imzasını atmayan sanatçı, Rönesans’ta kendi yaratış gücünün arkasında durmakta ve eserlerini
imzalamaktadır.
Gotik’teki mantıklı olmayan dini düşünce yerini, Rönesans’ta mantıklı, matematiksel bir düşünceye
bırakmıştır. Rönesans yapıları, Ortaçağ yapılarının yani Gotik’in düşeyde gelişen narin ve bol camlı
kurgusundan farklıdır. Rönesans’ta mimarlık Antik kaynakların etkisi ile Romalı yapıcıların ana
ilkeleri ve eski Roma’nın biçim, hacim ve süslemeleri üzerine temellenmiştir: Güç ve hacim etkileri
araştırılması, antik üç düzenin üst üste yerleştirilmesiyle katların bölünmesi, kemerler dizisi
kullanılması gibi...
Rönesans yapıları belli kurallara ve simetriye bağlıdır. Cephelerde düz çizgiler egemen olup, silmeler
ile katlar birbirinden ayrılmış ve her bölüm kendi içinde bitmiştir. Cepheler Gotik
dönemin yoğun süs anlayışından arındırılmış olup, sakindir. Böylece önce İtalya’da,
sonra Fransa ve İngiltere’de Rönesans, eski Roma örneklerine göre ortaya konmuş kuralların
uygulanması ile gelişmiştir.
Rönesans’ın Gotik’e karşı olan tavrı, onu Bizans mimarisine de yakınlaştırmıştır. Bizans’ın merkezi
yapı anlayışı bu dönemde ilgi görmüştür. Gotik’in ufki sistemli bazilikal yapısının yerini, kubbeli
merkezi yapı almıştır.
Gotik’te derine ve yukarı doğru hareket olduğu
halde, Rönesans’ta mekan hareketsiz ve yerinde
duran bir etkidedir. Rönesans, Gotik’teki kaburga
ve kaburgalı haç tonozu onların dinamik hareketleri
dolayısıyla reddetmiş, daha statik etkili olan klasik
tonoz ile kubbeyi ele almıştır. Tavanlarda kaset
kullanımı ile bu etki arttırılmıştır. Çatı örtüsü şekli
için, eski Roma’nın saray ve hamamları örnek
alınmıştır.
Barok Mimari
17. ve kısmen 18. yüzyılda Avrupa’nın özellikle Katolik ülkeleri (İtalya, İspanya, Portekiz, Avusturya,
Güney Almanya, Belçika) ile Latin Amerika’ya yayılmış ve eğri hatların hakim olduğu bir üsluptur. Abartılmışı seven bu üslup,
gerçek dışına olan eğiliminden ötürü göz aldatımına ve yanılsamaya önem vermektedir.
Barok mimari, Rönesans’ın katı kurallarına bir tepki olarak (Karşı-Reform hareketi) İtalya’da
Roma’da ortaya çıkmış ve 17. yüzyılda ülkenin gözde üslubu olmuştur. Rönesans’a oranla yapıların
hem planları hem de bezeme programı değişmiştir. Barok mimarlık abartılı hacim ve dekorları
kullanarak görkem ve güç etkisi yaratmaya çalışmıştır.
Yapıların iç mekanları ışıklıdır. Kubbe içleri ve tavanlar,
abartılı ve karmaşık perspektif sistemlerinin kullanımıyla gerçekleştirilmiş resimlerle sonsuza
açılmaktadır. Barok dönemde, dünyevi gerçeklerin sınırsız sonsuzlukta olduğu
inancıyla, hareket ve sonsuzluk esas alınmıştır. Organiklik ve doğacılık eğilimi dikkat çekmektedir.
Yapı cephelerinde Rönesans’ın objektif ve akılcı düzenleri terk edilmiş, sübjektivizm yani kişisel
heyecanlara uygun keyfi hareketlilik egemen olmuştur. Rönesans’ın ve hatta Maniyerist dönemin düz
ve statik çizgileri, Barok’ta cephelerde girinti ve çıkıntıya, dalgalanmalara dönüşmektedir. Mimarlık
öğeleri, işlevleri düşünülmeden, sistemli olarak kırılıp bükülmektedir. Cephelerde, dinamik ve
savrulan hareketler denenmekte, böylece mimari, hareketin sonsuzluğuna kendini kaptırmaktadır. Işıkgölge
oyunları üzerinde durulmuştur. Barok mimarlık örneklerinde, eğri çizgi ve alanlar, değişen ışık
altında, ışığa bağlı bir hareketin yaratılmasına olanak sağlamakta ve yapıya ritm katmaktadır. Sade cepheler heykelsi bir hal almakta, bezeme strüktürü tümüyle örtmektedir.
Eğrisel çizgiler sadece cephelere değil, planlara da hakim olmaktadır. Özellikle kilise planlarında
birbirlerini kesen oval ya da elipsler vasıtasıyla mekanlar kaynaşmaktadır. Yan gemiler
fonksiyonlarını, transept ve kor da belirginliğini yitirmeye başlamaktadır.
Barok, insanı şaşırtan geniş meydanlar ve ışınsal kent planlarını mimariye kazandırmıştır. Merdiven ve
çeşme mimarisine de önem verilmiştir. Roma’daki İspanyol Basamakları,
Barok’un önemli örneklerinden biridir. Kabarık eteklerin moda olduğu 1720’lerde yapılmıştır.
Tasarımı, kıvrımları ve dönüşleri ile eski ve törensel bir dans olan Polonez’i anımsatmaktadır. İspanyol Basamakları, kibarlık ve şıklık dönemindeki dans ritimlerinin taşa dönüşmesi şeklinde
betimlenebilir.
Çeşmelerde ise doğa formları ilk defa ortaya çıkmakta, Rönesans’ın düz formlu malzemeler ile
tasarlanan çeşmelerinin yerini almaktadır. Özellikle Bernini, çeşmelerini doğadan çıkarıldığı gibi
kullandığı doğal çatlak kayalarla tasarlamıştır. Trevi Çeşmesi, bu anlayışın en güzel örneği olup,
Barok’un uğultuyu, gürültüyü ve doğayı ne kadar sevdiğinin somut bir göstergesidir.
Birbirlerine girmiş doğal kayaların zirvelediği bir kompozisyonda, sular kademeli havuzcuklardan
taşarak aşağıya doğru akmakta ve büyük bir havuz içine dökülmektedir. Bu çeşmede olduğu gibi,
Barok’ta heykel ile mimari yapı, birbirine tamamen kaynaşmış olarak görünmektedir.
Geç Barok’ta kilise, asiller, burjuva ve kontlar yarışa girmiş, mekan fantezisi ve yapı ihtirası bütün
Avrupa’yı sarmıştır. Mimari süse boğulmuş ve Barok’un bütün olanakları tüketilmiştir. 18. yüzyılın
ortasından sonra ise, klasik mimari yani yatay ve dikey hatların sakinliği özlenmeye başlanmıştır.
Karşılaştırma ve Sonuç
Bu üç dönem karşılaştırıldığında:
Ortaçağ’da insanlar Tanrı’nın dünyası içindedir. Her olayın Tanrı’dan geldiğine ve öbür dünyadaki
kurtuluşa inanılmaktadır. İman vardır, gerçekçilik yoktur. Gotik yapılar adeta sonsuzluğa ve Tanrı’ya
yükselir gibi inşa edilmektedir.
Rönesans’ta akılcılık (rasyonalizm) başlamakta, Ortaçağ dogmalarının yerini bilgi almaktadır.
Sonsuzluk yerine ölçü, çok parçalılık yerine sakin ve dünyevi bir tarz ortaya çıkmaktadır. Yenidünya
görüşüne paralel olarak, Gotik’in Tanrı merkezli ufki sistemli bazilikal yapısı, Rönesans’ta merkezi sistemli yapıya dönüşmüştür. Düz çizgilerin hakim olduğu, yatay ve dikey hatların izlendiği klasik
mimari esas alınmıştır.
Barok’ta ise Rönesans’ın akılcı yaklaşımı, yerini duygulara bırakmıştır. Barok, Rönesans’ın sağlam,
açık ve keskin hatlı formlarının gevşemesi, biçimlerin bir kompozisyon içinde erimesi ve birbirleriyle
kaynaşmasıdır. Rönesans’ın sakin figürü, Barok’ta hareketlenmekte ve sessizlik gürültüye
dönüşmektedir. Barok sanatçı, kural ve prensipleri reddetmektedir. Bu sübjektif yaklaşım, mimariyi
Rönesans’tan ve Antikite’nin titiz kurallarından tamamen uzaklaştırmakta, organik ve eğri hatlara
yaklaştırmaktadır.
Sonuç olarak, bu üç dönem ideolojisi yukarıda üç ayrı bölümde de detaylı olarak ele alındığı üzere
mimaride en çok çatı ve cephe sistemleri üzerinde somutlaşmıştır.
Yorumlar
Yorum Gönder